Günlük...
Gözlerini açtığında gün daha yeni doğuyordu. Yorganına sarındı çünkü buz gibiydi odası. Bir süre öylece uzandı yatağında. Sonra birden bir gariplik fark etti. Başında tarif edemediği bir ağrı vardı, sanki akşamdan kalma gibiydi. Ne bulunduğu odayı hatırlıyordu, ne de dün ne yaptığını. Soğuğu falan unutup çıktı yatağından. Hayır, odayı hala hatırlamıyordu. Kapıya doğru yöneldi ama kapı kilitliydi. Durum git gide daha ilginç gelmeye başlamıştı; bir taraftan da korkmaya başlamıştı. Pencereye doğru gitti. Pencerenin önünde parmaklıklar vardı. Bir bahçeye bakıyordu odası; yemyeşil, ortasında havuz olan bir bahçeye. Dışarda kimsecikler yoktu. O saatte hangi manyak niye uyanık olsun ki? Ah, pardon. Ne diyorduk?
Odaya tekrar göz gezdirdi. Bir masa vardı, e haliyle bir de sandalye. Kapının yanında bir dolap vardı. Yatağının yanında da bir komodin. Çekmece ve dolapları karıştırmak geldi içinden, bu gizeme bir çözüm bulabilirdi belki. Masasında boş kağıtlar, kitaplar vardı ama hiçbiri bir anlam ifade etmiyordu. Odayı biraz daha karıştırdı, en son komodinin çekmecesinde bir defter buldu. Sayfalarını karıştırınca bunun bir günlük olduğunu fark etti, yazıların üzerine tarihler atılmıştı.
Sayfaları karıştırmaya ve okumaya başladı..
Odaya tekrar göz gezdirdi. Bir masa vardı, e haliyle bir de sandalye. Kapının yanında bir dolap vardı. Yatağının yanında da bir komodin. Çekmece ve dolapları karıştırmak geldi içinden, bu gizeme bir çözüm bulabilirdi belki. Masasında boş kağıtlar, kitaplar vardı ama hiçbiri bir anlam ifade etmiyordu. Odayı biraz daha karıştırdı, en son komodinin çekmecesinde bir defter buldu. Sayfalarını karıştırınca bunun bir günlük olduğunu fark etti, yazıların üzerine tarihler atılmıştı.
Sayfaları karıştırmaya ve okumaya başladı..
17 Şubat 1964
Bugün 17 şubat. Çok büyük bir adım atmanın ertesi günü. Hayatım değişecek, yani umarım. Onu bulmaya karar verdim. Hayatımı borçlu olduğum kişiyi bulacağım. Onu her zaman merak ettim, görmek istedim. Onu görmeden önce ölmekten korktum. Adım atmaktan da korktum ama. Onunla karşılaşınca ne hissedeceğimden korktum. O adam karşıma çıkmasaydı, "Seni tanıyorum. Sen onun kızısın." demeseydi hala yerimde sayacaktım. O zaman emin oldum hayatta olduğundan. Artık onu bulma umudum var. Çünkü yaşadığı yeri biliyorum; Filistin. Öyle görünmediğinin farkındayım ama son derece gergin ve heyecanlıyım. Vazgeçmek istemiyorum. Bu şansı bir daha ele geçiremem.
23 Şubat 1964
Bu sabah yine burdaydı. Kendime öyle kızgınım ki. Onu ilk gördüğümde neden bu kadar sert çıkıştım? Ne gerek vardı yani? Şimdi bana bebekliğimi anlatıyor Yaşadığımız zor zamanları anlatıyor. Cehenneme dönen dünyayı... Onu da anlatıyor ve her şeye rağmen dinlemeyi çok seviyorum. Beni çok seven o kadını tanımıyor olmak zor. Bir tane resmi var bende ama siyah beyaz. Öyle güzel ki. Ona benzemeyi çok isterdim. Şimdi nasıl görünüyordur acaba. Belki de onunla karşılaştım. Metroda yanımda oturan ya da yolda saat sorduğum kadınlardan birisiydi. Mümkün değil, kabul ediyorum. Şimdi burda değil ama ya geldiyse? Yanımdan geçip gittiyse ve yüzüme bile bakmadıysa? O zaman bana bazı açıklamalar yapması gerekecek. Bu zamana kadar ona hiç kızgınlık duymadım. Tamam, bazen duydum ama ona en çok ihtiyacım olduğu zamanlarda. İnsan böyle anlarda suçlayacak birilerini arar; ben de öyle yapmış ve onu suçlamıştım. Mantıklı olduğum her an bir açıklaması olduğunu düşündüm.
24 Şubat 1964
Almanmış annem. Daha açık olmak gerekirse Yahudi kökenli imiş. Buralara kadar gelen bazı ırkçı saldırılar yüzünden burdan gitmek zorunda kalmış. Hatta o adamın anlattığına göre canını zor kurtarmış. Biraz garip, bu adam annem hakkından babamdan daha çok şey anlattı bana. Bütün bunlar bir tarafa, bir şekilde biliyordum hep annemin beni isteyerek bırakmayacağını. Kendimi bildim bileli babamlayım. Ama 2 sene önce kaybettim onu. Yapayalnız olduğumu hissediyorum o zamandan beri. Onu görmek istiyorum. Acaba ona kızgın olduğumu düşünüyor mudur? Belki de o bana kızgındır. Bu zamana kadar onu bulmaya çalışmadığım için. Belki de bulmamı istemiyordur. Yeni bir hayat kurmuştur kendine. Beni çoktan unutmuştur.
Sayfaları karıştırmaya devam etti. Bu işin nereye varacağını en az günlüğün yazarı kadar merak etmişti. Diğer sayfaya geçerken odanın gizemi yerini günlüğün gizemine bırakmıştı
26 Şubat 1964
Çok küçükken babama annemi sormuştum. Ondan bahsetmemden hoşlanmazdı. Belli ki onun da canını en az benim kadar yakmış. Biraz acımasızca babamın tavrı. Sonuçta gitmek zorunda kalmıştı, isteyerek yapmamıştı hiçbir şeyi. Ya da babamın bildiği başka bir şeyler mi vardı? Bu saldırıların üzerinden çok zaman geçti. O zamandan beri neden hiç dönmedi? Neden hiç görüşemedik? Neden beni kendisinden bu kadar mahrum bıraktı? Ona ihtiyacım olduğunu bilmiyor muydu?
Başladım yine suçlayacak birilerini aramaya. Ama kabul etmem gereken bir şey var. Ne yapsam da geçmişi değiştiremem artık. Ama acılarımı onu bularak hafifletebilirim.
28 Mart 1964
Hayatımı kaydetmeye başlayalı yaklaşık bir buçuk ay oluyor. 21 yaşındayım ve bu zaman kadar kayda değer bir hayatım yoktu ama artık var. Yazmadığım o uzun süreçte çalışmakla meşguldüm; aynı zamanda araştırmalarıma devam etmekle. Öyle yavaş yol alıyorum ki ve elimde o kadar az şey var ki. Bir tek adını biliyorum. Soyadından bile emin değilim. Bunun nasıl hissettirdiğini bilir misiniz? Ne olursa olsun, burda oturduğum yerde hiçbir şekilde ilerleyemeyeceğimi fark ettim ve yazın üniversitemin bitmesiyle Filistin'e gideceğim. O zamana kadar yaşadığı şehri bulmaya çalışacağım. Yoksa işim çok zor gözüküyor.
24 Nisan 1964
Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabını okudunuz mu? En sevdiğim kitaplardan biridir. Kim bilir kaç defa okudum. Her defasında bambaşka hisler yaşatır bana. Ama bu defa kitabın kapağını açtığımda daha önce hissetmediğim şeyleri hissettim. Kitabın arasında bir not vardı. Ellerimin titremesi, gözlerimdeki manasız yaşlar ve babamın son derece okunaksız yazısı yüzünden okumakta çok zorlandım ama okuduğumda artık çok şey değişmişti.
"Sevgili kızım,
Zamanımın dolduğunun farkındayım, bu yüzden bu notun eline geçmemesi için artık hiçbir sebep yok.
Çocukluğundan beri merak ettiğin ama sert çıkışlarım yüzünden asla cevap alamadığın bazı soruları cevaplandıracağım. Öncelikle şunu söylemeliyim, bu soruları şimdi cevaplandırıyorum çünkü yeterince büyüdün ve artık karşına çıkacak şeylerle daha iyi baş edebilirsin. Sen çok küçükken annen seni bırakmak zorunda kaldı, Yahudi olduğu biliniyordu ve ırkçılık o kadar çoğalmıştı ki. Gitmesi konusunda ısrar eden bendim çünkü hayatından endişe duyuyordum. Ortalık durulduğunda geri dönebileceğini söyledim ama o zaman geldiğinde annen artık ortalarda yoktu. Bir süre öldüğünden şüphelendim çünkü ortadan bu şekilde kaybolması normal değildi. Ama yıllar sonra Marsilya'da yaşadığını öğrendim. Bir süre önce oraya yerleşmiş. Şu an hala orda ve onun yeni bir ailesi var.
Aklında çok soru var biliyorum ama maalesef benim cevaplandırabileceklerim bu kadar. Onu bulup bulmamak bu saatten sonra sana kalmış. Ama şunu hiç unutma; karşına ne çıkarsa çıksın, her ne öğrenirsen öğren, bağışlayıcı ol. Onun seni sevdiğini biliyorum, eminim mantıklı bir açıklaması olacaktır. Ben ona kızgın mıyım, evet öyleyim. Bu hiçbir şeyi değiştirmez; çünkü sen onun kızısın, bense bir yabancı.
Bu süreçte yanında olamayacağım için üzgünüm. Yanında daha fazla kalamadığım için de üzgünüm. Seni sevdiğimi hiç unutma.
Baban"
Bu notu bulduktan sonra değiştim mi? Evet. Artık onu bulmak istiyor muyum? Hayır. Yerini öğrendim belki ama artık beni istemediğini de biliyorum. Her ne kadar zorunlu olarak gitse de geri dönmek için bir şansı olmuş ama dönmeyi istememiş. Ordaki hayatından memnun, bu belli. Herkes onun beni sevdiğini söylüyor ama bunları öğrendikten sonra bunu gerçek olduğuna nasıl inanırım?
Gitmek için bu kadar kararlıyken bu saatten sonra ne yapacağım birden belirsizleşti. Artık eskisi gibi olmayacak hiçbir şey ve bu adımı atarken bunun olacağını biliyordum. Ama böyle biteceğini düşünmemiştim.
25 Mayıs 1964
Uzun süredir kafamı meşgul eden konuları bir çözüme ulaştırdım sanırım. Onunla tekrar konuştum, annemin arkadaşıyla yani. Babamı da tanıyormuş. Bana dedi ki "Babanın ona kızgın olması çok normal ama sen bu kadar çabuk karar verme. Siz aynı değilsiniz.". Neden herkes aynı şeyi söylüyor? Neden annem herkesten kaçıyor? Neden durum bu kadar gizemli? Soracağım çok soru var. Cevap almak için bir şey yaptım; bilet aldım. 27 Haziran'da Marsilya'ya gidiyorum. Bütün bunlar kafamı kurcalayacağına her şeyi öğreneyim, canım yanacaksa yansın ama artık geçsin.
27 Haziran 1964
Büyük gün gelip çattı. Uçağın kalkmasına yarım saat var. Kalbim hiç bu kadar hızlı çarpmamıştı. Peki ben şimdiden böyle hissediyorsam onunla karşılaştığımda nasıl ayakta kalacağım? Her şeyden önemlisi onu bulduğum zaman ne öğreneceğim? Ya da bir şey öğrenebilecek miyim?
O notu okuduktan sonra ne arkadaşlarının anlattıkları ne de babamın notun sonunda söyledikleri kızgınlığımı dindirebildi. Aklıma geldikçe başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor sanki, gitmekten vazgeçiyorum. Havaalanına gelirken de defalarca böyle hissettim; defalarca dönmek istedim. Açıkçası geri dönmediğim ve böyle bir şeye kalkıştığım için kendimle gurur duydum. Şimdi korkuyorum ama artık biliyorum ki öğreneceğim her şeyle başa çıkabilirim. Her şey bir tarafa, ne yapmış olursa olsun o benim annem ve ben onun kızıyım. Bunu hep aklımda tutmaya çalışacağım.
Seni bağışlamaya hazırım anne, umarım bana bunun için bir şans tanırsın.
Burda bitiyordu yazılar.
Eee? Devamı nerdeydi? Burda bitemezdi herhalde. Günlüğünü hayatının en önemli anlarıyla doldurmayacaktı da ne yapacaktı?
Kapının çalmasıyla irkildi. Günlüğü hemen elinden bırakıp kapıya yöneldi. Önce bir kilit sesi geldi ve kapı açıldı. Kapıda 30lu yaşlarında bir kadın vardı. Kumral saçları ve yeşil gözleri olan bir kadındı, elinde ise bir tepsi taşıyordu. Genç kadın Fransızca konuşmaya başladı.
"Günaydın," dedi. "Bu sabah da erken uyanmışsınız." Cevap vermedi Kimdi bu kadın? Neden Fransızca konuşuyordu? Bu tanımadığı oda hapishane falan mıydı yoksa?
"Ah, tabi ya. Özür dilerim, ben burda çalışmaya yeni başladım. Durumu açıklayayım size." Tepsiyi masaya bırakıp günlüğü eline aldı, son sayfasındaki bir yazıyı gösterdi. Yazı da Fransızcaydı.
"1964 tarihinde bir uçak kazası geçirdiniz. Sağ kurtuldunuz ama hafıza kaybınız oluştu. O zamandan beri misafirimizsiniz. Adınızı ve yaşamınızın bir kısmını günlüğünüzden öğrendik. Geçmişinize dair çok az şeyi hatırlıyor, uçak kazasından sonra olan olayların ise hiçbirini hatırlamıyorsunuz."
Bu çok kötü bir şakaydı. Ayrıca hiçbir anlamı yoktu. Ne yani? Nasıl yani?
Görevli kadın günlüğün ilk sayfasını gösterdi. A.E. Evet, bu onun adıydı ama bu hiçbir şeyi kanıtlamazdı. Kanıtlar mıydı?
Kendini zorlayarak sordu, "Burası neresi?"
"Marsilya Rehabilitasyon Merkezi. Fransa."
Marsilya? Fransa?
Fransa…
Başı dönmeye başladı, yatağa oturdu, başını ellerinin arasına aldı. Sonra tuvalete gitmek istediğini söyledi. Görevli kadın tuvaletin yerini gösterdi. İyi olduğuna dair görevliyi ikna ettikten sonra kendisiyle baş başa kaldı.
Musluğu açıp yüzünü yıkadı. Bir süre boş boş akan suyu izledi. Sonra başını kaldırıp aynaya baktı ve bir çığlık kopardı. Aynada bir kadın vardı ama kendisi değildi. Bu kadın 60lı yaşlardaydı ve 60 yaşındaki birinde tuhaf duracak kadar beyazdı saçları. Hayır işte bu çok anlamsızdı. Anlamsız... Anlamsız…
Bir kez daha başı döndü ama bu sefer kendini toparlayamadan yere yığıldı.
***
Gözlerini açtığında gün daha yeni doğuyordu. Yorganına sarındı çünkü buz gibiydi odası. Bir süre öylece uzandı yatağında. Sonra birden bir gariplik fark etti. Başında tarif edemediği bir ağrı vardı, sanki akşamdan kalma gibiydi.
Yorumlar
Yorum Gönder