Yağmur...

Saat 2’ye yaklaşıyordu ve yaklaşık 4 saattir araba kullanıyordu. Yorgun veya uykusuz değildi, zaten araba kullanmak onu hiçbir zaman yormazdı. Şanslı günüydü bugün anlaşılan. Bugün hem her şeyi geride bırakacak cesareti kendinde bulmuştu, hem de bulduğu ilk arabanın benzin deposu tamamen doluydu. Nereye gideceği belli olmayan biri için gayet yeterli zaman sağlayacaktı yani.
Yorgun veya uykusuz değildi, evet. En azından bedenen. Zihni çok uzun süredir yorgundu ve daha fazla onu yormak istemediğine tam da o akşam karar vermişti. Çevresinde var olan her bir insanı ve kendisine dayatılan her şeyi geride bırakmaya o akşam karar vermişti. Sadece bir kaç saat önce ilk defa patronunun yüzüne karşı küfür etmiş, hayatında ilk defa suç işlemiş, ilk defa sonucunda ne olacağını umursamadan bir adım atmıştı. Yorgun veya uykusuz değildi.
Saatlerdir sessizliğin içinde araba kullanmakta olduğunu o an fark etti. Gece olduğu için ne dışarda ne de aracın içinde bir ses vardı. Bu güzel arabanın sahibinin müzik zevki de bu kadar güzel miydi acaba? Eğer değilse yol zehir olacaktı çünkü. Müziğin sesini açtı.
“Yalansan yalanı severim, elimde değil”
Hadi canım! Bu şarkıyı bilen birinin müzik zevki kötü olamazdı. Çok eskiden tanışmıştı bu şarkıyla. Belki daha ergen bile değilken... Bilgisayarlarında o dönemin kaliteli şarkılarından bolca vardı. İlk dinlediği şarkılar ablasının sevdikleriydi ister istemez, çünkü şarkı indirmeyi o biliyordu, daha kaliteli müzik kanalları izliyordu ve haliyle müzik zevki gayet üst düzeydi. E bu konuda pek alçak gönüllü olamazdı, kendisinin de müzik zevki gayet iyiydi hani. Çevresinde hep iyi şarkılar olmuştu. Güzel bir müziği şıp diye tanırdı.
“Gel kollarına bir gel aşkın
İçimde bir rüzgar essin”
Yıllar geçmişti bu şarkıyı son dinlediği günden beri. Ona iyi ve masum olan her şeyi hatırlatıyordu. Acaba ilk kez çocukken dinlediği için miydi? Onu da bilemiyordu. Ah be, güzel olan her şeyin bi sonu vardı işte. Ancak ilk defa bu şarkı biterken hüzünlenmemişti, aksine son derece heyecanlıydı ve sıradaki şarkıyı bekliyordu. Başladı... Bu müziği de biliyordu... Evet kesinlikle, adı kadar iyi biliyordu. “Dırı dırı dım, dırı dırı dım”. Hatta bi defasında canlı dinlemişti, yanındaki çok tatlı iki arkadaşıyla beraber. O günü hatırlıyordu, bir festivaldelerdi. Merkezden çooook uzak bir alandaki festivalde. Ama o yolu tepmeye değerdi, hele bu şarkıyı canlı dinlemek varsa sonunda.
“Geceler zehir, geceler kara”
Grup tam konseri bitirmişti. Alandaki herkes “Bi daha! Bi daha!” diye bağırıyordu ama grup selam vermiş ve sahne arkasına geçip gözden kaybolmuşlardı. O da arkadaşlarıyla beraber kaderine razı olup eve dönmek üzere alandan uzaklaşmaya başlamıştı. O anda o muhteşem sesi tekrar duymuşlardı; tekrar sahneye çıkmıştı grup. Koşarak alana geri dönmüşlerdi onlar da. Son olarak bu şarkıyı söylemişler ve geceye muhteşem bi nokta koymuşlardı. İnsan müzikle sarhoş olur mu hiç? Resmen başı dönüyordu konserden sonra. Mutluluktan başı dönüyordu...
“Sabah olmuş, gün doğmuş
Her yerimde karlar”
Şarkıya bağırarak eşlik ediyordu, tıpkı konserde veya geri dönüş yolunda yaptığı gibi. Hatta eve gelince de dinlemeye devam ettiği zamanki gibi. Gitar sesi azalmaya başladı işte yavaştan vee işte bitti bu da. İki şarkı arasındaki geçişin bu kadar uzun sürdüğünü ilk defa fark ediyordu, e bit artık sessizlik. Ve bitti. Ses tekrar başladığında bir defa daha şaşkınlıkla müziğin sesini artırdı. Tuhaf bir şekilde bu kendi müzik listesinin aynısıydı nerdeyse, en azından şimdiye kadarki bölümü. Vay, demek bu arkadaş dar kafalı bir tip değildi. Söylemesi ayıp kendisi gibi müziğin her türünden anlıyor ve kaliteli müziği ayırt ediyordu.
“Ve sonra bir gece vakti bakarım,
Uyku kaçmış elimden
Hepsi benim yüzümden”
Nedense hiçbir derdi olmasa bile bu şarkıda her seferinde hüzünlenirdi. Anlamsız bir ayrıntı oldu, sonuçta şarkılarda hüzünlenmek için bir derdimiz olması gerekmiyor, değil mi? Şarkılar bu yüzden varlar işte, bize bazı duyguları hatırlatmak için. Ayrılığın da sevdaya dahil olması gibi, hüzün de mutluluğa dahildi heralde. Yoksa hüzünlenmesine rağmen neden defalarca dinlesin ki bu şarkıyı?
“Yine oldu, yine doldu yaşla gözlerim
Hepsi benim yüzümden”
Cevap bu muydu peki? Son bir kaç senedir hayatından nefret ediyordu... İnsanlardan nefret ediyordu... Yapmaya çabaladığı her şeyin suratında patlamasından sıkılmıştı... Dibine kadar mutsuzluğu yaşıyordu kısaca... Mutsuzluk da mutluluğa dahil miydi yani? Bu kadar mutsuz olmasa, bu şarkılar onu mutluluktan sarhoş edebilir miydi? Tercih hakkı olsa hangisini tercih ederdi? Toz pembe bir hayatı mı, yoksa bütün aksilikleri ona 3 dakikalığına da olsa unutturabilecek şarkıları mı?
Şarkı bitmek üzereyken, uzaklarda bir yerlerde yaşayan bir insanın nasıl olup da onun hayatını satır satır anlatabileceğine akıl sır erdiremediğini fark etti. Bu insanları biraz kıskanıyordu açıkcası. Kendi yaşadığı üzüntüleri veya mutlulukları kendisi doğru düzgün dile bile dökemiyorken başkaları bunun üzerine bir de müzik yaparak ortaya koyuyorlardı. Müzik... Müzik... Yani sadece hissedilebilecek olan duyguları somut hale getirmek... Ruhunu kulaklara duyulabilir bir hale getirmek... Şarkının değişeceğini ve kalbinin bir defa daha heyecandan çarpabilecek olması ihtimalini unutmuştu bunları düşünürken. Şarkının başındaki gitar solosu onu kendine getirdi; durgunlaşmış olan kalbini ise bir defa daha harekete geçirdi. Evet, evet bu da çocukluğundan bir diğer güzel hatıraydı. Bu şarkının bu kadar geri planda kalmasına hiçbir zaman anlam verememişti zaten. Belki de bu grubun en başarılı şarkılarındandı ama şimdiye kadar bu şarkıyı bilen çok az insanla karşılaşmıştı. Ama arabasına el koyduğu o kişi biliyordu.
“Çok sıkıldım ağlamaktan, durmaktan
Bu ahlaksız oyunlara devam etmek günah”
Bazı şarkılar vardı, çok az kişinin bildiği veya keşfettiği. O şarkının yazarları ünlü olabilirdi, o yazarların ise bazı şarkıları milyonlarca kişi tarafından dinleniyor olabilirdi ama daha ünlü şarkıların gölgesinde kalmış olan o şarkının her zaman kendisi için farklı bir yeri olurdu. O şarkıya gerektiği değeri verebilmiş insanlarla tanıştığında ise sanki ruh eşini bulmuş gibi sevinirdi. Ruh eşini...
“Uyan artık uyan
Karanlık uykundan”
O sırada frene basıp kavşağa yakın bir yerde sağa çekti aracı. O saatte otoyolun kenarında duraklamak ne kadar mantıklıydı bilinmez ama o anda umursadığı tek şey ruh eşinin kim olduğunu öğrenmekti. Aracın ruhsatını aradı ve eliyle koymuş gibi de buldu. Güneşliğin kenarına kıstırılmıştı işte. Evet aracın modeli, plakası, bıdı bıdısı ve işte... Sahibinin adı... F.
F.
Bir an bu kişiyi tanıyor gibi hissetti. Hayır tanımıyordu. Ne adını daha önce duymuştu, ne yüzünü biliyordu, ne hangi üniversiteden mezun olduğunu, ne hangi mesleği yaptığını, ne kışı sevip sevmediğini, ne de deniz kaplumbağalarını doğaüstü bulup bulmadığını... Onunla ilgili bildiği tek şey aynı müzik zevkine sahip olduklarıydı. Hayır hayır, kelimeler yeterli değil... Bu hissettiklerinin açıklaması “aynı müzik zevkine sahip olmaları” değil! O anda hissettiklerinin açıklaması... İşte bu... Yeni başlamakta olan şarkı... ve şarkının girişiyle beraber çiselemeyen başlayan yağmur... ve yanaklarından süzülmeye başlayan yaşlar... Hissettiklerinin açıklaması tam olarak buydu... 
“Sokaklarda yanımda dolaşan yağmur”
Aracı tekrar çalıştırdı ve bu sefer ters istikamete doğru ilerledi. Yorgun veya uykusuz değildi...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

30

28 Ocak 2025...

Kin...