Kayra...
Adı Kayra olan bir adam tanıdım..
Siz tanımamış olabilirsiniz, zaten çok da önemli birisi değildi ama kesinlikle
hiç de sıradan olmayan bir hayat yaşadı.. Bu biraz tuhaf çünkü Kayra son derece
sıradan bir adamdı.. Çocukluğundan beri sadece yapılması gerekeni yapardı; ne
hayal kurar, ne heyecan arar ne de farklılık isterdi.. Hiçbir zaman çok fazla
arkadaşı olmadı, bu yüzden her zaman tek yaptığı derslerine odaklanmak oldu..
Üniversite hayatı da bu şekilde devam etti, bu sayede en iyi üniversitelerde,
en iyi bölümlerde okudu.. Üniversite hayatı da kişisel hayatına pek bir yenilik
getirmedi, Hukuk Fakültesi’nde okuyor olmanın en iyi tarafı buydu, başka hiçbir
şeyle ilgilenmen gerekmiyordu, her zaman öğrenecek yeni şeyler vardı.. Daha
sonrasında avukat oldu ve bu sessiz adamdan beklenmeyecek kadar iyi yaptı işini..
Bu sürede evleneceği kadınla bile tanıştı; Umay.. Umay, edindiği ilk
sevgilisiydi ve evlilik planları yapıyor olmaları onun aynı zamanda son
sevgilisi olacağına işaret ediyordu.. Umay pek eğlenceli bir kadın değildi, çok
güzel de sayılmazdı.. İşte bu yüzden tam Kayra’ya göre bir kadındı.. Hayattan
çok fazla şey beklemeyen Kayra için, hayat son derece yolunda gidiyordu;
kurallara uygun bir şekilde..
Sıradan hayatının son derece olağanüstü bir hale gelmesi
4 Ocak akşamı başladı.. Her zamanki gibi iş yerinden çıkıp metroya gitti, 14
dakika sonra metrodan inip otobüs durağına ilerledi, bir süre otobüs bekledi,
sonrasında 23 dakika daha yolculuk etti.. Bu süre devamlı değişirdi, özellikle
bu saatlerde trafik yoğunlaştığı için bazen ineceği durağa varması 1 saat
sürerdi.. Neyse ki bugün biraz hızlı ilerlemişti her şey.. Otobüsten indikten
sonra yaklaşık 10 dakika daha yürüyecek ve eve varacaktı ama bu 10 dakika her
zamanki gibi geçmedi.. Bir kaza geçirdi Kayra.. Karlı yolda kontrolünü
kaybetmiş bir otomobil kırmızı ışıkta duramadı ve çok şiddetli bir şekilde Kayra’ya
çarptı.. Yaklaşık 2 hafta komada kaldıktan sonra beyin ölümü gerçekleşti.. O
günden sonra bedeni bu dünyaya ait olmadı.. İşin ilginç tarafıysa Kayra hala
buralarda.. Bedeni hala onunla, bir ruh değil ama canlı da değil.. Bir şekilde
burada işte.. Yürüyor, konuşuyor, hissediyor, hatta kazadan kalma kırıkları
bazen canını bile yakıyor.. Başta olanlara anlam veremedi çünkü bu her insanın
her an karşılaşabileceği bir şey değil sonuçta.. Bir süre bu durumu sorguladı
kafasında, bir zombiye dönüşmüş olabilir miydi? Ya da daha az Avrupai olmak
gerekirse, belki de bir yatırdı artık.. Her neye dönüştüyse dönüştü ama tuhaf
bir şekilde bu duruma kısa sürede alıştı.. İnsanoğlu alışıyor işte her şeye,
yürüyen bir ölü olmaya bile..
Durum her ne kadar korkunç görünürse görünsün, o artık
bir ölüydü ve bu dünyadan korkmasını gerektirecek hiçbir şey kalmamıştı..
Hayatı boyunca yaptığı tam olarak buydu.. Dünyadan korktuğu için verilen
görevleri yerine getirirdi ve bu durumun değişme zamanı gelmişti artık.. Normal
insanların emekli olduktan sonra yapmayı hayal ettikleri şeyleri şu anda
yapabilirdi Kayra.. Seyahat eder, yeni yerler keşfederdi, istediği her şeyi
istediği kadar yerdi (Acaba öldükten sonra kilo alınır mıydı?).. Kendine,
sadece kendine zaman ayırırdı.. Görünen o ki sonsuza kadar zamanı vardı..
Ne yapmak istediğini düşündü Kayra ilk başta.. Uzaklaşmak
istiyordu.. Bu yüzden ilk durağı tren garı oldu.. Gara gittiğinde gördüğü ilk
trene binmek istedi ama trenin hareket etmesine sadece 2 dakika kaldığı için
girişte çok yoğun bir kalabalık vardı.. Aralardan geçmek istese de sürekli
birilerine çarptı ve geri dönmek zorunda kaldı.. Eh, şimdilik bu planı
erteleyebileceğini düşünüp 1-2 saat oyalanmak için gezinmeye başladı gardan çok
uzaklaşmadan.. Bir şeyler yemek istedi Kayra, ölü olmak insanı acıktırıyordu.. Birazcık
çevresine bakınıp sokakta yapılan köfte ekmeklerden aldı, içine soğan
koymuşlardı ve Kayra soğandan nefret ederdi.. “Neyse,” dedi, “çöp bulduğumda
atarım..”.. Aslında çöpe yiyecek atmaktan nefret ederdi, her artan yiyeceğini
sokaktaki hayvanlara verirdi ama sokaktaki hayvanlar soğanın yüzüne bile
bakmazlardı.. Bu yüzden varlığına hiçbir anlam veremediği soğan sebzesini çöpe
atmakta en iyi kararı vermişti.. Yemeğini yiyerek uzaklaşırken arkasında bir
kargaşa koptu.. Anladığı kadarıyla birileri bir şeyler çalmıştı ve o çalınan
her neyse onun sahibi hırsızı kovalıyordu.. Yanından koşarak geçerlerken yardım
etsem mi diye düşündü ama sonra boş verdi, ona neydi ki zaten..
Biraz daha şehirde turladıktan sonra hava git gide
kararmaya başlamıştı.. Bu yüzden tekrar garın yolunu tuttu.. Bu seferki tren 10
dakika sonra kalkacaktı, yani kapılar açılmıştı.. Şansızlık bu ya, yine
geçemedi kapılardan, yine birilerine takıldı.. Bu günlerde bu kalabalık da ne
oluyor diye düşünmeden edemedi Kayra.. Keşke filmlerdeki insanlar gibi bir ölü
olsaydı.. Onlar görünmez olurlardı, bu yüzden kalabalıklar onları etkilemez,
kimse onları “Kardeşim sen ne yapıyorsun?” diye durdurmaz, herkesin içinden
geçip giderdi.. “Olsun,” diye düşündü o sırada.. Zaten her şey mükemmel
olsaydı, biraz korkutucu olurdu.. Bu durumdan da mükemmel olmasını bekleyemezdi
bu yüzden.. Şehirden ayrılma planlarını birazcık ertelese sorun çözülürdü
herhalde.. Geceyi garda geçirmeye karar verdi..
***
Bütün bu saçmalıklar başladıktan bu yana 3 ay geçmişti.. Kayra
hayatının en iyi zamanlarını geçiriyordu.. Şehrin hiç görmediği yerlerini
ziyaret etmişti (bazı yerleri görmeden önce daha çok seviyordu çocukluğundan beri
yaşadığı bu şehri), kitapçılarda sabahlamıştı (sadece romanlar okuyarak), en
lüks restoranlarda en lüks yemekleri yemişti (pahalı yemeklerin tamamının tadı
berbat olduğu için restoranlardan ayrıldıktan sonra bilip sevdiği yiyeceklerle
doyurdu karnını).. Tek sorun şehirden ayrılamıyor oluşuydu.. Her seferinde bir
engelle karşılaşıyordu, hatta 2 hafta önce gardaki güvenlik bilmem nesi Kayra’yı
elindeki copla kovalamıştı (“Deli mi ne!”) ve bu yüzden de tekrar gitmeye
çekiniyordu.. Şehirde yapacak yeni bir şey kalmadığı için biraz sıkılmaya
başlamıştı, belki bir çanta bulabilse, içine birkaç gün ihtiyaç duyabileceği
her şeyi koyar ve şehirden yürüyerek uzaklaşırdı.. Bunları düşünürken şehrin
tam merkezindeki parkta dondurma yiyordu.. Havalar hala tam ısınmamış olsa da
dondurmayı çocukluğundan beri çok severdi ve her mevsim yerdi (herhalde
hayattaki tek eğlencesi de uzun bir süre boyunca sadece dondurma yemek olmuştu)..
Bir taraftan bunları düşünürken uzaklardan tanıdık bir
yüz gördü; Umay.. Umay biraz zayıflamıştı sanki ama mutlu görünüyordu..
Birbirlerine sırılsıklam aşık olmasalar bile ölümü üzerine bir süre yas
tutmasını beklerdi.. Belki de aylar sonra toparlanabilmişti ama yine de bu
durum az da olsa Kayra’nın kalbini kırıyordu.. Umay yüzünde koskocaman bir
gülümsemeyle bir yere doğru koşuyordu.. Ne olacağını merak ederek izlemeye
koyuldu Kayra ama işin tuhafı Umay kendisine doğru koşuyordu ve tam olarak
gözlerine bakıyordu.. Yine de bekledi, Umay dibine kadar girip Kayra’ya sarıldığında
olaylar iyice tuhaflaşmaya başlamıştı.. Sesi titreyerek:
“Kayra, çok
korkuttun bizi.. Neyse ki iyisin.. İyisin, değil mi? Neden yaptın ki bunu?
Aslında son derece iyi görünüyorsun.. Kıyafetlerin, her şeyin… Kilo mu aldın
sen? Her neyse, şimdi iyisin ya..”
Kayra bir şeyler söylemek istese de kalakaldı.. Neler
olduğunu bilmiyordu, Umay’ın nasıl bu kadar sakin olabildiğini de (aslında hiç
de sakin değildi ama Kayra’nın öldüğünü bilen birisi için son derece sakin
karşılamıştı durumu)..
“Sen… nasıl…” diyebildi Kayra, mantıklı bir cümle
kuramayacak kadar şaşkındı.. Bu iki kelimeyi zar zor kurabilmesi bile yeterli
göründü çünkü Umay bir şeylerin ters gittiğinden şüphelendi..
“Sen beni hatırlıyor musun? Hafıza kaybı mı yaşadın
yoksa? Eh tabi, sonra da evini bulamadın ve sokaklarda yaşamaya başladın? Öyle
mi?”
“Hayır, hayır…” dedi Kayra, başı dönmeye başlamıştı..
“Beni hatırlıyor musun?”
“Evet, evet… Tabi hatırlıyorum..”
“Adımı?”
“U… Umay..”
“Evet, peki sorun ne? Neden ortadan kayboldun? Neden
hastaneden sonra eve dönmedin? Bir şeyler ters gitmiş olmalı.. Bizi neden
aramadın?”
Umay’ın arka arkaya sorduğu sorulara anlam veremiyordu
Kayra, sadece başının döndüğünü hissediyordu.. Sonunda,
“Ben ölmüştüm..” diyebildi.. O saniye Umay birden
nefesini tuttu, gözleri büyüdü.. Kesinlikle bir şeyler yolunda değildi,
hastaneye götürmek istedi onu..
“Benimle gel, olur mu? Merak etme her şey yoluna girecek..”
***
“Benimle konuşmalısınız Kayra Bey, Kayra diyebilir miyim?
Teşekkürler.. Yoksa yardımcı olamam..” dedi Psikiyatr.. Gittikleri hastanede
fiziksel hiçbir sorunu olmadığına karar vermişler ve bu yüzden Psikiyatriye
yönlendirmişlerdi.. Kayra ve doktoru yalnızlardı.. Bu yüzden anlatmasında bir
sakınca olup olmadığını bir süre tarttı kafasında.. Kendisiyle ilgili
inandıklarından hala emindi.. Yaşıyor olamazdı.. Eğer yaşıyor olsaydı nasıl…
Para harcamadan o kadar zaman nasıl yaşayabilmişti.. Ya da… Nasıl… Kendisine
sorduğu sorular bir yerlerde tıkanıyordu bu yüzden bazı cevaplar istediğini
fark etti sonunda.. Dakikalarca yaşadığı son 3 ayı anlattı doktoruna.. Doktoru
dikkatlice dinledi, notlar aldı.. Kayra’nın anlatacakları bittiğinde biraz daha
notlar aldı ve kalemini bırakıp Kayra’ya döndü..
“Efendim, öncelikle bu sık rastlanılan bir durum değil bu
yüzden paniklememelisiniz, çünkü rahatsızlığınızın bir çözümü var.. Anladığım
kadarıyla bütün bu ipuçları Cotard Sendromuna işaret ediyor..”
“Ne sendromu?”
“Cotard.. Diğer adıyla Yürüyen Ceset Sendromu..
Genellikle hayatından memnun olmayan bireylerde görülür.. Sizin hayatınızla
ilgili yolunda gitmeyen bir şeyler var mıydı?”
“Hayır, yoktu.. Yani her şey yolundaydı.. İşim vardı,
evim vardı, sevgilim vardı, ihtiyacım olan her şey vardı..”
“Peki, hayatınızı kurcalamama biraz izin verir misiniz?”
“T… Tabi, faydası olacaksa..”
Bu noktadan itibaren doktoru Kayra’nın ilk gençlik
yıllarına kadar bile inerek, Kayra’ya son derece saçma görünen bazı sorular
sordu.. Arkadaşlarıyla kavga edip etmediğini, daha önce hiçbir yerini kırıp
kırmadığını, terk edilip edilmediğini, sigara içip içmediğini… Bu sorular
yeterli olmuşa benziyordu, çünkü yarım saatin sonunda bulgular bir sonuca
bağlanmıştı..
“Evet, Kayra.. Sanırım sorun hayatında bir problem
olmasında değil, hayatında hiçbir şey olmamasında yatıyor.. Hayatın tek düze
ilerlediği için, bir yerden sonra zihninde bir yerler her şeyi bomboş
hissetmeye başlamış ve sana böyle bir oyun oynamış olabilir.. Doktorların ölüm
saatini ilan ettiklerini söylemen bile sana zihninin bir oyunu olabilir.. Hatta
ileri safhalarda hastalarımız kendi ceset kokularını duyduklarını bile iddia
ederler ama siz henüz o kadar zor bir aşamada değilsiniz.. Şimdiden itibaren
bazen zorlanabileceğiniz bir tedavi süreci sizi bekliyor ama merak etmeyin bu
süreçte yalnız kalmayacağınızın teminatını aldık.. Eğer sabrederseniz tamamen
iyileşeceğinizin garantisini size veriyorum..”
***
17.11.14, Pazartesi
“Yaklaşık 2 hafta sonra Aralık ayına gireceğiz ama
havanın hala bu kadar sıcak olmasına anlam veremiyorum.. Ne kadar sıcak bir
yıldı, oysa ben her zaman sıcaktan nefret ettim.. Güneşten de öyle.. Aynı
zamanda insanların benim yerime karar vermelerinden de nefret ettim.. Hem de hayatım
boyunca.. Gerçekten tam olarak kim iyileşmeyi istedi ki? Kim karar verdi buna?
Aptal Umay karşıma çıkmasaydı her şey tam olarak yolundaydı.. Peki ya şimdi?
İyileşmişim.. İ-yi-leş-mi-şim.. Kime göre, bilime mi? Birkaç hafta önce söyledi
Doktor, “İyileştiğini fark ediyor musun?”.. Fark etmiyorum, çünkü ben iyi
değilim.. Dünya bile bana karşı ve sıcak.. Çok sıcak.. Ailem, Umay, hayat, iş,
evlilik… Rahat bırakmayacaklar.. Bırakmasınlar zaten, artık ben kendimi rahat
bırakıyorum.. İşimden, hayatımdan, bütün insanlardan istifa ediyorum..
Özgürlüğü seçiyorum.. K..”
Yorumlar
Yorum Gönder