Mavi Değildi Gökyüzü...

Naçizane hikâyem tamamen fiziksel savaş hakkında olacak.. Bana soracak olursanız en yıkıcı savaş türü bu, çünkü hem dünyanın bütün güzelliklerini, canlı cansız ne varsa yok eder, hem de psikolojik savaşa yol açar.. Demem o ki bu savaş aynı anda hem bedenin, hem beynin hem de kalbin savaşıdır..
Dickens gibi iyimser olamayacağım kardeşlerim, zaman aptallık, karanlık, umutsuzluk, kıtlık ve kuraklık zamanıydı.. O gün gökten 2 tanecik yağmur damlası düştü; birincisi kasabada yaşayan yaşlı bir kadına, ikincisi ise genç bir askere isabet etti..
Yaşlı kadının kasabada küçücük bir evi ama evinden daha büyük bir bahçesi vardı.. Zamanının çoğunda bahçesiyle ilgileniyor, sebzeler, meyveler yetiştiriyor, çeşit çeşit hayvanlar besliyor, yapayalnız hayatta bu şekilde ayakta duruyordu.. Unutkanlığımı mazur görün, yaşlı kadının adını hatırlayamıyorum ama isterseniz biz ona Kallisto diyelim.. Kallisto hüzünlü bir kadındı, yalnız olmayı sevdiğini sanırdı herkes, bu yüzden kimse onunla yakın olmaya uğraşmazdı.. Kallisto ise aslında yalnız olmayı sevmez, sadece başka bir şansı olmadığını düşünürdü.. Hayat ona karşı çoğu zaman acımasız davranmıştı, o da bu yüzden hayatın onu bir kez daha üzmesine izin vermemek için olabildiğince az mutlu oluyor, olabildiğince az değer veriyordu..
Yağmur damlalarından birincisinin düştüğü o gün Kallisto yine bahçedeydi.. Kuraklık sebebiyle bahçesiyle ilgilenmek son derece zorlaşmıştı ama söylediğim gibi yaşama sebebi olan bahçesini hayatta tutmak için her şeyi göze alırdı.. O küçücük yağmur damlacığı ise Kallisto’ya kuraklığın biteceği gibi bir umut vermek için yeterli olmuşa benziyordu.. Uzun bir zamandan sonra ilk defa içten gülümsedi Kallisto, evine dönüp yağmuru beklemeye başladı.. Penceresinden bakarken birden düşündü, ne zaman başlamıştı tüm bu kuraklık? Gençliğini hatırlıyordu, hayattan ve mutlu olmaktan korkmadığı zamanları ve gerçek anlamda mutlu olduğu zamanları.. O yıllarda başlamıştı her şey; küçük ülkelerine kendini büyük sanan insanlar dadanmıştı ve güzel olan her şeyi tek tek yok etmişlerdi.. Yıllar boyu bütün renkleri karartıp sıra gökyüzünün güzel mavisine geldiğinde ise gökyüzü küsmüştü onlara.. Sadece onu karatmaya çalışanlara değil, karartılmasına göz yumanlara da.. İşte o gün bugündür Kallisto yalnızdı..
*
Genç bir asker yolunu kaybetmişti, bozkırın ortasında aç susuz bir şekilde yürümeye uğraşıyordu.. Savaşta yaralanmış, bilincini kaybetmişti.. Uyandığında ise çevresinde hiç kimsecikler yoktu, herhalde öldüğünü düşünmüşlerdi.. Ah, bu kafam! Genç adamın adını da unuttum, ona da Arkas diyelim mi? Ne o, beğenmediniz mi? Ben isim koymakta başarısızım, sanırım bu yüzden adı Arkas kalacak.. Her neyse, Arkas zaten kuraklık ve sıcaklık yüzünden yürümenin bile zor olduğu bir yerde savaş yaralarıyla hareket etmeye uğraşıyordu.. Sağ bacağını sürükleyerek hareket ediyor ama korkunç bir şekilde canı yanıyordu.. Yine de yürümesi gerektiğini fark etti, bir tanecik insan bulabilse hayatta kalabilirdi ama daha ne kadar devam edebileceğini bilmiyordu..  İkinci yağmur damlası o sırada düştü, tam Arkas’ın burnunun ucuna.. O küçücük yağmur damlacığı Arkas’a hayatta kalacağını fısıldamıştı adeta.. Uzun zamandan sonra ilk defa içten gülümsedi, kuraklığı, susuzluğunu unutarak devam etti Arkas, acılarına aldırmadan devam etti, hayatta yapacağı en son şey bu olsa bile devam etti..
Birden eski zamanları düşündü, tek derdinin daha fazla gezmek, daha fazla insan tanımak olduğu o günleri, üzerinden yıllar geçmiş gibi geldi bir an, oysa sadece aylar öncesinde kalmıştı bu masum hayaller.. O günden bugüne çok şey değişmişti.. Çok yer gezmişti Arkas, öleceği güne kadar da daha çok yer gezecekti, çok fazla insan tanıyordu ve öleceği güne kadar daha fazla insanlar tanıyacaktı.. O kadar insanın içinde sadece bir kişiyi asla unutmuyordu, hayallerini paylaştığı o gri gözleri.. Bir defasında ona hayallerinden bahsetmişti, dünyada ayak basılmamış her yere ilk ben ayak basacağım demişti, aldığı karşılık ise “İstersen sana eşlik ederim” olmuştu.. İstemez miydi hiç..
Bunları düşünürken yol sağa doğru kıvrıldı, Arkas da yolu takip etti ve bir eve rastladı.. Evden ziyade bahçesi daha çok dikkatini çekmişti, birçok farklı çiçek, sebzeler, küçük ağaçlarla dolu o bahçe Arkas için serap görmek gibi bir şeydi.. Böyle bir güzelliği uzun süredir göremiyordu, savaşta görebildikleri ölü bedenler, silahlar, kan ve insanı hayatta olduğuna utandıracak her şeydi.. Bu yüzden tıpkı o yağmur damlasını gördüğü zamanki gibi umut doldu ve bu düşüncelerle bahçenin ortasındaki gösterişsiz ufak eve doğru yürüdü.. Tam kapıyı çalacakken Kallisto çıktı dışarı, pencereden görmüştü genç yaralı askeri, bir an korkmuş, daha sonra da ne yapacağına anında karar vermişti.. O askeri iyileştirecekti.. Hayatına yepyeni bir amaç gelen Kallisto hemen askeri karşılamak için dışarı çıkmıştı.. Karşılaştıkları o saniye Arkas, Kallisto’nun kendisi için geldiğini gördüğünde hissettiği rahatlık ve dayanılmaz hale gelen ağrıları sebebiyle kendinden geçti.. Kallisto epey yaş almış olmasına rağmen Arkas’ı zor da olsa kanepeye kadar taşıyabildi.. Genç adam uyanana kadar Kallisto yaralarını temizledi, merhemler sürdü, temiz bezlerde üzerini kapattı.. Arkas’ın uyuyakaldığı otuz dört saat boyunca 3 defa aynı işlemi tekrarladı.. O sürenin sonunda ise Arkas’ı uyandırmak zorunda olduğunu fark etti, bir şeyler yemezse yaralardan değil açlıktan ölecekti belli ki.. Arkas uyandığında olayları hatırlaması biraz zaman aldı, Kallisto’ya baktı, kurtarıcısına büyük minnet borçlu olduğunu fark etti.. Kallisto ona yemek yemesinde yardımcı oldu, pek konuşmadılar.. İkisi de konuşmayı unutmuş gibilerdi, cümleler kurmak biraz zor geliyordu her ikisine de.. Birbirlerini anladılar ve günler hiç konuşmadan sadece gülümseyerek geçti.. En sonunda iyileştiğinde ise gitmesi gerektiğini fark etti Arkas, gidecek bir yeri olmamasına rağmen bu iyi kalpli yaşlı kadını daha fazla yormak istemedi.. O saatten sonra kendi başının çaresine bakabilirdi.. Ayağa kalkmaya çalıştı, ayakları onu taşımayı unutmuş gibilerdi ama kısa süre sonra görevlerini hatırladılar.. Kallisto’nun yüzündeki gülümseme soldu, yalnızlığına dönmesi gerektiğini fark etti ama kalmasını isteyemezdi.. Onun da bir ailesi olmalıydı, kendisini bekleyenler de.. Bu yüzden son defa, ona müsaade ettiğini göstermek amacıyla kendini zorlayarak gülümsedi.. Arkas kapıya yöneldi, dışarı bir adım attıktan sonra geri dönerek Kallisto’ya sımsıkı sarıldı.. Bir şekilde kendisini borçlu hissettiğini ama bu borcu asla ödeyemeyeceğini göstermeye çalıştı.. Oysa Arkas o eve gelerek Kallisto’yu yalnızlığından kurtarmış, ona birkaç gün daha yaşamak için amaç vermişti, bu yüzden borcunu çoktan ödemişti ama bunu asla öğrenemedi.. Kallisto ise şaşkındı, sarıldıklarında Arkas’ta tanıdık bir şeyler fark etmişti.. Ayrıldıklarına Kallisto’ya son kez baktığında ise Arkas aynı duyguyu tattı.. Kallisto’da kendisine çok tanıdık gelen bir şeyler vardı.. İkisi de düşüncelerini kendilerine sakladılar, birlikle kaldıkları günler boyunca yaptıkları gibi.. Bu ne büyük ahmaklıktı.. Kallisto kapıyı kapattı ama uzaklaşamadı, Arkas ise yoluna devam etmeliydi ama yapamadı.. Gökyüzü her zamankinden biraz daha kararmıştı sanki, bunu fark etmeleri içinse göğün yırtılırcasına kükremesi gerekti.. Dışarı baktı Kallisto, Arkas ise yukarı baktı.. Yağmur başlamak üzereydi.. On yıllardır süren kuraklık sona ermişti..
Kallisto o an fark etti..
Kapıyı açıp “Bekle!” dedi ama Arkas zaten bekliyordu.. “Bu kokuyu hatırlıyorum”.. Arkas ise kendisine bakan gri gözlere “Bu gözleri hatırlıyorum” dedi..
“Hiç değişmemişsin Arkas, ciddi söylüyorum..”
“Peki ya sen? Sen nasıl bu kadar değişebildin, nasıl yaşlanabildin?”
“Ben yaşıyorum, öyle değil mi? Yaşlanmak zorundayım.. Çok acı çektim Arkas, haberini duyduğumda demek istiyorum.. İnanmak istemedim.. Bir gün geleceğini biliyordum ama beni çok beklettin..”
O an yağmur yağmaya başladı, el ele tutuşup yağmurda ıslandılar.. Kallisto’yu izliyordu gökyüzü, on yıllardır.. Hayatı bitmeden önce onu Arkas’a kavuşturmak istemişti.. Önce yağmur damlacıkları yolladı ikisine de, umut yolladı.. Başka türlü Arkas’ın da Kallisto’nun da devam etmeyeceklerini biliyordu.. Amacına ulaşıp, çok sevdiği Kallisto’nun mutluluğunu gördüğünde ise onunla beraber ağladı..
Anlatılanlara göre bir gün Kallisto’yu cansız bir şekilde bulmuşlar.. Bahçesinde uyuyor gibi oturmuş, gülümsüyormuş.. Kucağında ise yırtık, eski bir asker montu tutuyormuş.. Kallisto gibi yağmurlarına layık bir başkasını bulamayan gökyüzü bir daha asla yağmur dökmemiş yeryüzüne.. Karanlık ve kötülük meraklısı insanoğlunu kendi kaderine terk etmiş ama insanoğlu buna dayanamamış ve birer birer yok olmuşlar.. Bu yüzden dünya üzerinde ayak basılmamış her yer, ayak basılmamış olarak kalmış.. O yerler hiç insan tanımadıkları için hep güzel kalmışlar..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

30

28 Ocak 2025...

Kin...