Bir Damlacık Mürekkep...
Bir zamanlar bir yazar varmış.. Bu yazar upuzun bir hayat sürmüş.. Artık son derece yaşlı ve yorgunmuş.. Elinden hiçbir iş gelmemeye başlamış.. Ne yemek yapabiliyor, ne evini temizleyebiliyor, ne de yeni öyküler yazabiliyormuş.. Evinde yapayalnız gün dolduruyormuş işte.. Ama emektar kalemini, saman kağıtlarını çok özlüyormuş.. Bir gece yarısı uyku tutmamış, uyanmış.. Yüzünü yıkamış önce, sonra havluyla kurulamış ve aynada yüzüne bakmış.. Vay be, zaman amma da hızlı geçiyormuş.. Ama son zamanlarda bu kadar boş bir hayat sürmesi pek hoşuna gitmiyormuş, çalışmadığı zamanlar daha yorgun hissediyormuş kendini.. Bu yüzden bir şeyler karalamak istemiş.. Masasının başına oturmuş, kandili yakıp kalemini eline almış.. Yeni hikayeler yazmak istiyormuş, bunu yapınca çok iyi hissediyormuş kendini.. Ama olmuyormuş işte.. Ne yeni insanlar, ne de yeni yerler yaratabiliyormuş.. Peki ya kendi hayat hikayesini yazsa..? Şimdiye kadar hep başkalarının hayatını anlatmıştı, kendisini anlatmayı düşünmemişti bile.. Yazacak olsa okunmaya değer miydi..? Anlatıp ilgi çekebilecek ne yaşamıştı ki..? Bütün bunları düşünürken kaleminden bir damla siyah mürekkep kağıdın tam ortasına düşüvermiş.. Eh işte, o kadar düşünürsen olacağı buydu.. Kağıdı temizlemek için mendilini çıkarmış.. Ama birden bu damlacık dağılıp şekilden şekle girmeye başlamış.. Bir çocuk olmuş; mutsuz bir çocuk.. Neden mutsuz bu çocuk..? E kimse onunla konuşmuyor da ondan.. Çocuk bir sağına bir soluna bakınıp duruyormuş.. En sonunda başını öne eğmek zorunda kalmış.. Yavaş yavaş boyu uzamaya başlamış çocuğun.. Bu kadar büyümesine rağmen neden hala mutsuz..? Biraz daha büyümüş şekil, biraz daha olgunlaşmış.. Yetişkin bir adam olmuş, yanında ailesi varmış.. Ama neden eşi ve çocuklarından uzak..? Bu yüzden mi hala mutsuz..? Ne istiyorlar bu adamdan..? O adam mutsuz, yalnız, ailesi dahil herkesten uzak çünkü o farklı.. O adam herkes gibi değilmiş, herkesle aynı şeyleri düşünüp aynı şeyleri istemiyormuş.. O kütüphaneye gitmek isterken diğer çocuklar parka gitmek istiyormuş.. O yazmak isterken, arkadaşları onun yazdıklarıyla dalga geçiyormuş.. Evlenmek bile istemiyormuş ki o.. Yalnız daha mutluymuş.. Gerçek insanlarla anlaşamıyor, kendine yeni yeni insanlar, arkadaşlar yaratıyormuş.. İnsanlar onu üzüyormuş çünkü.. İnsanlar onu şekillendirmek istiyor, isteklerine saygı duymuyormuş.. Ama bu haksızlık, bu onun hayatı.. En sonunda koşmaya başlamış.. Çok uzun süre koşmuş.. Yapayalnız bir şehre varınca durmuş ve orda yeni bir hayat kurmuş.. Bir evi olmuş.. Orda gün boyu yazıyor, çiziyor, istediği hayatı yaşıyormuş.. Ama bu sefer de melankolik olması sebebiyle eleştiriliyormuş.. Kendi işinize bakın canım siz de.. Adam masada oturuyor, yazıyor, yazıyor, yazıyormuş.. Adam yazdıkça çevresinde başka başka insanlar beliriyormuş.. Onlarla konuşuyor, dertleşiyormuş.. Adam artık mutluymuş.. Talihsizlik bu ya, bu sefer de zamana yenik düşmüş.. Yenik düşmeyenimiz var mı ki..? Git gide yaşlanmış, kandil de tükenmeye başlamış hani.. Birden kalemi elinden düşüvermiş ve adamcağız uyuyakalmış; bir daha uyanmamak üzere.. Odası tekrar alacakaranlığa bürünmüş.. Geriye saman kağıdının üzerine düşmüş bir damlacık mürekkep kalmış..
Yorumlar
Yorum Gönder